Dostoyevski - İnsancıklar

Dostoyevski'nin henüz 24 yaşında yazdığı ilk romanı "İnsancıklar", St Petersburg'da bir devlet dairesi memuru olan orta yaşlı, alçakgönüllü Makar Devuşkin ile genç bir kadın olan Varvara Dobroselova arasındaki mektuplaşmalardan oluşan bir eserdir.

Mektup-roman türünde yazılmış olan bu kitabın bütününde düzenleyici görevini üstlenen bir yazar yoktur. Okuyucu olarak mektupların içine doğrudan dalarız, tüm roman boyunca da böyle devem eder kitap. Dostoyevski etkileyici bir beceriyle karakterlerin düşüncelerini mektuplar aracılığıyla ifade etmiştir. Mektuplarda konuşulanla konuşulmayan arasındaki bilinmezlik ve gerilim, okuyucuyu karakterlerlerin iç dünyasına sokmada çok başarılı olmuş.

Makar Devuşkin ve Varvara Dobroselova oldukça fakir, yalnız ve kırılgan kişiliklerdir. Birbirlerine duydukları yakınlık hayatlarını bir nebze de olsa çekilir kılmaktadır.  Varvara'nın sürüklendiği umutsuzluk sonucu toplumda yer edinebilme kaygısı ile ona evlenme teklifi eden Bykov'un teklifini kabul ederek uzaklara gitmesi ve Devuşkin'in umutsuzca yazdığı son mektupla kitap son bulur.

Kitap yazıldıktan hemen sonra ünlü eleştirmen Belinski'nin okudukları karşısında ilk tepkisi şöyle olmuş:

Şu el yazmasını görüyor musun? İki gündür okumaktan kendimi alamadım, bu yeni bir yazarın, yeni bir kabiliyetin ilk eseri.Romanı Rus insanının gizli dünyalarını ortaya çıkarıyor, daha önce hiçkimsenin başaramadığı şekilde. Şöyle düşün: ilk toplumsal roman denemesi... Her ne kadar içeriği yalın görünse de, iyi kalpli basit karakterleri, dünyayı sevmenin herkes için olağanüstü bir neşe ve görev olduğunu varsayıyor. Hayat çarkı, kuralları ve dayatmaları ile uzuvlarını ve kemiklerini lime lime edince de, buna bir anlam veremiyorlar. Bütün konu bu, ama nasıl bir dram, nasıl tipler! Söylemeyi unuttum, bu sanatçının adı Dostoyevski!

İnsancıklar dönemin ezici şartları karşısında insanca ayakta kalabilmek için verilen mücadelelerin romanı. Eserin iki ana karakteri fakirlikle ve hastalıkla mücadele ederken teselliyi birbirlerinde buluyorlar. Yalnızlıklarını birbirleriyle gideriyorlar ve beklentisiz bir sevgi duyuyorlar birbirlerine. Yoksulluk ve aşağılanmanın, güçsüzün ve çaresizin zenginler ve vicdansızlar tarafından sömürülmesini başarılı bir şekilde tasvir ediyor Dostoyevski.

Okurken yer yer aklımda Gogol'ün Palto'su canlandı. O dönem yoksulluğun yanı sıra içinde yaşadığı ve çalıştığı bürokratik hiyerarşideki değersizliğin altında ezilen önemsiz devlet memuru figürü 1840'larda "Doğal Okul" olarak bilenen edebiyat akımında bir klişe halini almış.  Ancak Gogol'ün aksine yukarıdan değil de aşağıdan bakarak değerlendirilen bir dünya var Dostoyevski'nin İnsancıklar'ında.

Dostoyevski, zengin ve güçlü olanın kendinden daha az şansı olan kardeşlerine karşı ahlaki bir sorumluluk duyması gerektiğini savunuyor sanki bu eserinde. Kitabın bir bölümünde Devuşkin'in sefaletine tanık olan iyi kalpli bir General, Devuşkin'e yüz ruble verir. Devuşkin bunun üzerine General'in elini öpmeye kalkar, ancak adam kızarır ve karşındakinin aşağılanmış hissetmesini engellemek için ve ona eşit olduklarını hissettirmek için elini sıkar. Devuşkin bir mektubunda bu olayla ilgili Varvara'ya der ki;

...benim için o yüz ruble, ekselanslarının elimi, şu silik, sarhoş adamın elini sıkması kadar değerli değildir!

Ekonomik sıkıntı ortadan kaldırılmaya çalışılırken karşıdakinin öz saygısını korumaya çalışmak, yardımsever bir davranışın aşağılayıcı bir harekete dönüşmemesini sağlayan ince bir davranış bu. Çünkü Dostoyevski ruhani olanın, şansı yaver gitmeyenlerin kaderini daha katlanabilir kılmak için maddi olanla aynı önemde olduğunu ve hatta daha da önemli olduğunu düşünüyordu. Çünkü yoksulluk öz saygı ve haysiyet ihtiyacını son derece arttırıyordu.

Dostoyevski'nin insan ruhunun derinlerine inmedeki başarısı bu yüreğinizi parçalayan eserde kendini açıkça gösteriyor. Son olarak birkaç alıntı ile yazımı tamamlıyorum:

İnsanların çoğu kendileri için değil, başkaları için giyinir. Daireye gelen pasaklı bir köylü ile iyi giyimli bir çiftlik ağası aynı muameleyi görmez. Pasaklı köylüye bağırır çağırırlar; bugün git yarın gel derler. Çiftlik ağası, general gibi itibar görür; işleri tıkır tıkır yürür. General deyince aklıma geldi. Bir general kişiliğinden dolayı mı, yoksa omuzundaki yıldızlardan dolayı mı itibar görür?
Çevremdekiler düşmanlarım; suratımda bile kusur buluyor, küçümsüyorlardı beni. Sonunda ben de kendimi küçük görmeğe başladım. Aptal olduğumu söylediler, aptallığıma inandım.
Zenginler, fakirlerin kötü talihlerinden yüksek sesle şikayet etmelerini hiç sevmezler. Bu onlara arsız, rahatsız edici bir  hal gibi görünür. Fakirlik elbette ki rahatsız edicidir. Yoksa fakir fukaranın aç karnına inlemeleri onların uykularını mı kaçırıyor dersiniz?