Aralık 20, 2020

J.D. SALINGER - Franny And Zooey

Salinger’ın Franny and Zooey adlı bu uzun öyküsü 1955 yılının New York’unda, kısa bir zaman diliminde geçen, iki kardeşin aynı olmayan ama birbirine çok benzer içsel dünyasını ele alıyor.

J.D. SALINGER - Franny And Zooey

Salinger’ın Franny and Zooey adlı bu uzun öyküsü 1955 yılının New York’unda, kısa bir zaman diliminde geçen, iki kardeşin aynı olmayan ama birbirine çok benzer içsel dünyasını ele alıyor. Kitabın geneline yayılan felsefi diyaloglar ve güçlü betimlemeler ile Salinger çok zengin bir dünya seriyor ayaklarımızın altına. Çok kolay bir okuma sunmasa da, zaman ayırarak okuduğunuzda kendinizi Franny ve Zooey’in etkisinden uzun bir süre çıkaramıyorsunuz.

Glass ailesi Les ve Bessie Glass ile onların 7 çocuklarından oluşmaktadır: İntihar eden en büyük oğulları Seymour, aileden uzakta tek başına yaşayan Buddy, evli ve iki çocuk annesi Boo Boo, savaşta hayatını kaybeden Walt, Katolik papazı olan Walker, film artisti olan Zooey and henüz üniversite öğrencisi olan Franny. Glass ailesi sıradan bir aile değil; evleri kitaplarla tıka basa dolu, yatak odası kapısının arkasındaki bir tahtada Epiktetos’tan Kafka’ya alıntıların yazılı olduğu ve pek çok açıdan aydınlanmış dahi zihinlerle dolu bir aile. Öyle ki, ailenin tüm çocukları, çocukluk dönemlerinde “Akıllı bir Çocuk” adlı radyo programında mikrofona çıkmış ve hepsi bireysel olarak yıldızlaşmış çok zeki çocuklardır.

Kitabın Franny adlı ilk bölümü, ailenin 20 yaşındaki en küçük üyesi Franny’nin bir hafta sonu eğlencesi için erkek arkadaşı Lane’in yanına gitmesi ile başlıyor. Franny çevresindeki insanların bencillikleri ve egolarından o kadar sıkılmıştır ki, kendine hakim olamayacağı ruhsal hezeyanlar içine girer. Gerçeği bulma, bilgeliğe ulaşma arzusunun peşine düşer ve bunu okuduğu bir kitaptan (The Way of the Pilgrim/Bir Rus Gezgincinin Anıları) da etkilenerek mistik bir ruh hali içinde yapmaktadır.

İlk bölüme ait Franny’nin bazı alıntıları içinde yaşadığı ruhsal sıkıntıları açıkça dile getiriyor:

“Bir insanı hemen hatırlamadım diye benden nefret etme olur mu. Özellikle de bu insanlar bütün öteki insanlara benziyorlarsa, bütün öteki insanlar gibi konuşuyor, giyiniyor, davranıyorlarsa.”
“Herkesin yaptığı her şey -ne bileyim- yanlış değil, hatta kötü de değil, hatta aptalca da değil mutlaka. Ama öylesine minik ve anlamsız ve -hüzün verici ki.”
“Ego ego ego. Bıktım usandım. Kendiminkinden de, başkalarınınkinden de. Bir yere varmak, farklı ve ayrıcalıklı bir şeyler yapmak, ilginç biri olmak isteyen herkesten bıktım usandım. İğrenç bir şey bu – iğrenç iğrenç. Kimin ne dediği umurumda bile değil.”

Çok sevdiği tiyatroyu bırakmasının sebebini açıklarken Franny’nin keskin fikirlerine tanık oluyoruz:

“Rekabetten korktuğum filan yok. Tam tersine. Bunu göremiyor musun? Rekabet edeceğimden korkuyorum ben -beni asıl korkutan bu. Bu yüzden ayrıldım Tiyatro bölümünden. Ben herkesin değer yargılarını kabule korkunç bir şekilde koşullanmışım diye, alkışlardan ve insanların benim için deli divane olmasından hoşlanıyorum diye, bunun doğru olması gerekmez ki. Bundan utanıyorum. Bıktım usandım. Tam bir hiçkimse olacak cesaretim olmamasından usandım. Kendimden de, bir çeşit ses getirmek isteyen herkesten de usandım.”

Zooey adlı ikinci bölümde de 25 yaşındaki film artisti Zooey’in abisi Buddy’den gelen bir mektubu kim bilir kaçıncı kez okuyuşuna şahit oluyoruz. Ardından annesi Bessie Glass ile aralarında geçen konuşmalar ile Glass ailesinin içine giriyor, onların iletişimlerine ve farklılıklarına tanık oluyoruz. Franny ise Lane ile geçirdiği sıkıntılı buluşma ve yaşadığı sinir bozukluğundan sonra eve gelmiştir ve kendini çevresinden soyutlamıştır. Anne Bessie’nin de ısrarlarıyla Zooey kardeşi Franny’yi teskin etmeye çalışır. Franny’nin tanrıyı bulma ve aydınlanma çabalarına Zooey, tecrübe ve yaklaşımlarıyla yön vermeye çabaladığı diyaloglar kitabın en etkileyici ve en düşündürücü bölümlerini içeriyor.

Her ne kadar kitabın ilerleyen bölümlerinde Zooey ile Franny’nin düşüncelerinin bazı noktalarda çatıştığını görsek de aslında ikisi de farklı şeylerden ama aynı sebeple rahatsız olan, küçük yaşlarda abileri Seymour ve Buddy’nin yönlendirmeleriyle okudukları kitaplar ve etkilendikleri mistik/dini akımların hayatlarını nasıl etkilediğini görüyoruz. Bunun Zooey’in şu konuşmasından da çıkarabiliriz:

"Birer ucubeyiz biz, Franny'yle ikimiz. Ben yirmi beş yaşında bir ucubeyim, o da yirmi yaşında bir ucube; ve o piçlerin ikisi de bunun sorumlusu. ... yemin ederim, ikisini birden gözümü kırpmadan öldürebilirim. büyük öğretmenler! büyük kurtarıcılar! Ulu tanrım. Herifin tekiyle öğle yemeğine oturup adam gibi konuşmasını bile beceremiyorum artık. Ya can sıkıntısından patlıyorum ya da öyle vaazlar veriyorum ki, birazcık aklı olsa orospu çocuğunun, sandalyesini kaldırıp kafamda kırardı. ... kimseyi ilgilendireceğinden değil tabii, ama bugün dahi, içimden dört büyük andı söylemeden o lanet olası sofraya bile oturamıyorum ve senle istediğin bahse girerim, Franny de oturamıyordur. Bunlar bizi öyle doldurdular ki o lanet şeylerle- ..."
“…bizde ‘Akıllı Çocuk’ kompleksi de var. O lanet olası yayından hiçbirimiz çıkamadık aslında. Bir tekimiz bile. Konuşmuyoruz ki biz, nutuk atıyoruz. Sohbet etmiyoruz, açımlamalarda bulunuyoruz. En azından ben böyle yapıyorum. Kafasında normal sayıda kulağı olan biriyle böyle bir odada bir an bulunmaya göreyim, ya Allahın belası bir bilici kesiliyorum o saat ya da canlı bir çuvaldıza dönüşüveriyorum. Ya da Can sıkıcılar Prensine.”

Franny ile aynı mistik/ dini eğitimden geçmiş olan abisi Zooey bir tür yol gösterici rolü üstleniyor. Franny’nin etkilendiği kitapta ana karakter yolculuğu süresince bir yol gösterici arar ve karşılaştığı bir keşiş ona dua etmeyi ve duanın özünü öğretir. Bunu öğrenen ana karakter de köyleri gezmeye ve öğrendiklerini başkalarına öğretmeye başlar. Buna benzer bir şekilde Zooey ile Franny arasındaki diyalogların sonunda kitap, Zooey’in yol göstericiliği ışığında Franny’nin aydınlanması ile son bulur.

Kitabın sonlarında beni çok etkileyen, biraz uzunca ama dönüp dönüp tekrar okumak istediğim bir bölümü de özellikle eklemek istiyorum:

" 'Akıllı Bir Çocuk' Programına beşinci kez filan çıktığımı hatırlıyorum (...) yayından bir gece önce vıdıvıdılanmaya başlamıştım. Tam Walter'la birlikte kapıdan çıkarken Seymour, ayakkabılarımı boyamamı söyledi bana. Kudurdum. Stüdyodaki seyirciler geri zekâlıydı, sunucu geri zekâlıydı, sponsorlar geri zekâlıydı ve benim de bu moronlar için ayakkabılarımı boyamaya filan hiç niyetim yoktu; böyle dedim Seymour'a. Oturduğumuz yerden ayakkabılarımı zaten göremezler, dedim. O da, gene de boya onları dedi. O Şişman Hanım için boya onları, dedi bana. Neden bahsettiği hakkında en ufak fikrim yoktu, Allah Kahretsin, ama yüzünde öyle Seymour'ca bir ifade vardı ki, tutup boyadım ayakkabıları. Seymour o Şişman Hanımın kim olduğunu hiç söylemedi bana, ama mikrofona her çıkışımdan önce ayakkabılarımı Şişman Hanım için boyadım ben - seninle birlikte programa çıktığımız onca yıl boyunca boyadım onları, hatırlarsan. Bu işi bir iki kereden fazla savsakladığımı sanmıyorum. Şişman Hanımın korkunç net portresi zihnimde açık seçik belirdi. Kadıncağızı verandasında oturmuş, sabahtan akşama sonuna kadar açık radyosuyla sinekleri şaplaklarken kuruyordum kafamda. Dayanılmaz derecede sıcak bir hava vardı ve kadıncağız da herhalde kanser filandı. Herneyse, ben yayına çıkarken Seymour'un neden ayakkabılarımı boyamamı istediği kafamda apaçıktı, lanet olsun. Bunun bir anlamı vardı."
Franny ayakta duruyordu şimdi. Elini yüzünden çekmiş, telefonu iki eliyle birden tutuyordu. "Bana da söylemişti," dedi ahizeye. "Bir keresinde, Şişman Hanım için komik olmamı söylemişti." Bir elini telefondan çekti ve çok kısa bir an için başının üstüne koydu, sonra telefonu yeniden iki eliyle tutmaya devam etti. "Ben o Hanımı verandasında otururken düşünmedim hiç, onu - hani bilirsin ya - çok kalın, damarları çıkmış bacaklı bir kadın olarak düşündüm hep. Böyle korkunç bir hasır iskemlede otururken. Benim Şişman Hanım da kanserliydi ve sonuna kadar açık bir radyo dinliyordu bütün gün! Evet, benimki de aynen öyle yapıyordu!"
"Evet. Evet. Evet. Peki. Şimdi sana bir şey söyleyeceğim dostum... Dinliyor musun?"
Son derece gergin görünen Franny başını salladı.
"Bir oyuncunun nerede oynadığı umurumda bile değil. Yaz turnelerinde de olabilir bu, radyoda da, televizyonda da, hatta kahrolasıca bir Broadway tiyatrosunda da olabilir, düşünebileceğin en son moda, en semirmiş, güneşten en çok yanmış seyircisiyle birlikte, komple olarak. Ama sana müthiş bir sır vereceğim şimdi - beni dinliyor musun? Ordakiler arasında Seymour'un Şişman Hanımı olmayan hiç kimse yok. (...) Seymour'un Şişman Hanımı olmayan kimseye hiçbir yerde rastlayamazsın. Bilmiyor musun bunu? Bu kahrolası sırrı öğrenemedin mi daha?"

Cüssesine bakarak kolay ve hemen hazmedilebilecek bir kitap olduğunu düşünmemek gerek. Yoğun ve düşündürücü bir okumaydı. Salinger’ın yarattığı karakterler o kadar gerçek ki, sanki kitabı bitirdiğinizde Franny ile Zooey hemen yanı başınızda, sizinle sohbete devam edecek gibi.